Tokyo Camii Hakkında

Tokyo Camii'nin Tarihi

Tokyo Camii'nin tarihi savaş öncesi günlere kadar uzanmaktadır.  1917'de Rusya'da ihtilal meydana geldiğinde, ülkede zulüm gören birçok Müslüman, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Kazan vilayetinden Türkler, Orta Asya üzerinden Mançurya'ya yerleşmiş ve oradan ise güvenli bir yer arayışı içinde Güney Kore ve Japonya’ya tekrar göç etmişlerdir. Japonya'da iklimin ılıman olduğu Tokyo'da ve Kobe’de yaşama kolayca uyum sağlamışlardır. 

1922'deki Büyük Kanto Depremi'nden hemen sonra, Tokyo'da yaşayan yabancıları kurtarmak için Yokohama Limanı'nda istisnai bir gemi hazırlayan ABD  hükümetine rağmen, Türkler teklifi reddederek Japonya'da kalmıştır. Aynı yıl Abdülhay Kurban Ali, Mahalle-i İslamiye Derneği'ni kurmuş, daha sonra Japonya'ya gelecek olan Abdürreşid İbrahim ile beraber Japon hükümetiyle olan dostluklarını derinleştirmişlerdir. Tokyo'da yeni bir hayata başlayan Türklerin endişesi çocukların eğitimi olmuştur. 1928 yılında Japon hükümetinin izni ile ''Mekteb-i İslamiye'' adında bir okul kurulmuştur.

Japon hükümetinin desteğiyle Tokyo'nun Shibuya semtinde arazi satın alınarak 1935'te okul oraya taşınmış, nihayet 1938'de o zamanki Japon hükümetinin işbirliği ile okulun yanına bir cami inşa edilmiştir. Böylece uzun zamandır özlemini duydukları dilekleri yerine getirilerek cami hizmete açılmıştır. 

Japonya'daki Müslümanlar için yarım asırdan fazla bir süredir bir mihenk taşı olarak görev yapan Tokyo Camii, yapısının bozulması nedeniyle 1986'da yıkılmıştır. 

Eski adıyla Mahalle-i İslamiye Derneği, yeni adıyla Tokyo Türk Derneği, camiyi yeniden inşa etmek şartıyla caminin bulunduğu alanı Türkiye Cumhuriyeti'ne bağışlamıştır. 1997 yılında Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde "Tokyo Camii Vakfı" kurulmuş ve Türkiye'den destekler kabul edilmiştir. Yeni ibadethanenin tasarımı, modern Türk dini mimarisinin temsili mimarı Muharrem Hilmi Şenalp'e aittir. İnşaat için Türkiye'den Japonya'ya gelen yaklaşık 100 mühendis ve usta; bina, gövde ve iç inşaat işleriyle uğraşmıştır. 30 Haziran 1998'de yapımına başlanan Tokyo Camii'nin inşaatı, hem Japonya'dan hem de Türkiye'den ilgililerin çabalarıyla yaklaşık iki yılda tamamlanmıştır. Açılış töreni 30 Haziran 2000'de görkemli bir şekilde yapılmış ve Tokyo Camii, medeniyetler arası etkileşimin merkezi olarak tarihe yeni bir sayfa açmıştır.


Tokyo Camii’nin Özellikleri

Arkasına aldığı Shinjuku gökdelenleriyle içinde bulunduğu bölgenin adeta mimari silüetini tamamlayan Tokyo Camii, Japonya’nın en büyük Müslüman mabedi olması yanında, Tokyo’da yaşayan veya çeşitli vesilelerle bu ülkede bulunan Müslümanların cami ihtiyacını karşılamada önemli bir rol ifa etmektedir.

Tokyo Camii ve Diyanet Türk Kültür Merkezi, İslam medeniyetinde dini mimarinin zirvesini teşkil eden klasik Osmanlı-Türk mimarisi tarzında inşa edilmiştir. Klasik mimarimizde tam olarak işlenmemiş altı yarım kubbeli merkezi plan yapısıyla, gelenekten geleceğe uzanan, gelenekle teknolojiyi bütünleştirerek geleceğe bağlayan bir özelliğe sahiptir. Tokyo Camii’nde, Türk- İslam sanatlarının hemen her şubesinden, küçük de olsa her biri müstakil sanat eseri hüviyetinde, şahsiyetli örnekler verilmiştir.
Toplam inşaat alanı 1693 m²yi bulan ve 734 m²lik arsa üzerine inşa edilen Tokyo Camii, depreme dayanıklı kazıklı sandık temel üzerine çelik takviyeli betonarme sistemle inşa edilmiştir. Kubbeler hiç kalıp kullanılmadan dökülmüştür. Taş ve mermer bütün elemanlar çelik montaj aparatlarıyla yerine konulmuş, harç kullanılmamıştır. Cami içi akustiği, binlerce yıldır kullanılan kubbe içi boşluklarıyla sağlanmıştır.

Tokyo Camii ve Diyanet Türk Kültür Merkezi’nin iç ve dış tezyinatında başta hatlar olmak üzere, Türk İslam sanatlarından seçilen çeşitli eserler arasında genel bir uyum yakalamaya çalışılmıştır. Özellikle cami kısmı(ikinci kat), söz konusu sanatların en güzel örnekleri ile tezyin edilerek, ziyaretçileri büyüleyen bir atmosfer oluşturulmuştur. Tezyinde sadece sanatsal özellik dikkate alınmamış, dinî yönden de önemli mesajlar içeren ayet ve hadisler seçilmiştir. Mesela birbirini takip eder şekilde pencere üstlerine yerleştirilen hatlarda Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Cebrail (a.s.) arasında geçen ve “Cibril Hadisi” diye şöhret bulan rivayet işlenerek, kısaca İslam’ın, imanın ve ihsanın tarifi aktarılmaya çalışılmıştır.

Zemin kat girişi, bir yandan daimi “Türk- İslam El Sanatları Sergisi” olacak şekilde teşrif edilmiş, diğer yandan da katın bir bölümünde Türk sivil mimarisine örnek olarak, bütün unsurlarıyla bir “başoda”ya yer verilmiştir. Zemin kat girişin devamında ise çok amaçlı salon bulunmaktadır. Mahfil katı dahil cami ana mekanında 630 kişi, ihtiyaç halinde son cemaat mahalli ve diğer bölümler ibadete açıldığında aynı anda 2000 kişi ibadet edebilmektedir.

Cami binası giriş katında kitap satış bölümü bulunmaktadır. Bu stantta Türkçe, Japonca, İngilizce ve Arapça başta olmak üzere pek çok dilde eser yer almaktadır. Çocuk, genç, yetişkin her yaşa yönelik yayınların olduğu kitap satış bölümü, ziyaretçilerin dini ve kültürel konularda kalıcı bilgi edinmesini sağlamaktadır.


Bu kattaki çok amaçlı salonun bir köşesi küçük bir kütüphane olarak dizayn edilmiştir. Türkçe, Japonca ve diğer dillerde pek çok dilde eserlerin bulunduğu kütüphane köşesi, ziyaretçilerin kolayca ulaşıp okuyabileceği şekilde açık raf olarak düzenlenmiştir. Camiye gelenler, ikramımız olan çay ve hurmalarını alarak bu bölümde kitap okuyabilmektedir.

Bu katta ayrıca eski cami ve okul binasının birebir ölçüleriyle yapılmış maketi yer almaktadır. Japonya’daki mimarlık bölümü hoca ve öğrencileri tarafından hazırlanmış olan maket, ziyaretçilerin tarihi binaları gözlerinde canlandırmalarını sağlamaktadır.

Tokyo Camii’de Yer Alan Türk İslam Sanatları

Tokyo Camii ve Diyanet Türk Kültür Merkezi, Osmanlı mimarisi esas alınarak inşa edilmiş ve caminin her bir köşesinde pek çok sanat dalından örneklere yer verilmiştir. Türk-İslam medeniyetinin düşünce ve güzellik anlayışının ifadesi olan Türk-İslam sanatları, insanın Allah ile kurduğu bağa dair pek çok sembolik anlatım içermektedir. Bu anlayışın temelinde, her varlığın aslında Allah’ın bir tecellisi olduğu mesajı vardır. Tüm varlıklar geçicidir ancak Allah-u Teala ezeli ve ebedidir. Sanatçı, bir sanat eserini yaratan kişi değil, Allah’ın bu dünyada kurduğu muhteşem ahengi keşfederek bunları eserlerinde yansıtan kişidir. Türk-İslam sanatlarının her çeşidinde dünyevi olandan ilahi olana giden yolculuğun izlerini bulmak mümkündür. Her bir sanat eseri ilahi aşkın ifadesinden başka bir şey değildir.

HÜSN-Ü HAT: Güzel yazı yazma sanatı olan hüsn-ü hat, Kur’an-ı Kerim’e gösterilen hürmetin bir ifadesi olarak onu en güzel şekilde yazma çabasından doğmuştur. Hat sanatı, Arap alfabesiyle yazılan yazıların estetik ölçülere bağlı kalınarak sanatçı tarafından yeni bir kompozisyon içerisinde yazılmasıdır. Hat sanatkarına “hattat” denir. Adanmış bir ruha sahip hattatların emekleriyle hat sanatı günümüze kadar ulaşmış ve çeşitlenmiştir. Sülüs, Nesih, Talik gibi pek çok çeşidi olan hat sanatının en güzel örneklerini Tokyo Camii’nin iç ve dış süslemelerinde görmek mümkündür.

KALEMİŞİ / KALEMKARİ: Osmanlı cami mimarisinde, binanın inşası bittikten sonra iç süslemeleri için özel olarak geliştirilmiş sanat dalları vardır. Caminin kubbesi, kemer ve duvarları süsleme sanatına kalemişi veya kalemkari denir. Diğer Türk-İslam sanatları gibi kalemişi sanatı süslemelerinde de portre yer almaz, geometrik desenler ve çiçek figürleri öne çıkar. Kalemişi sanatkarına “kalemkar” denir. Yüzyıllar boyunca usta kalemkarlar; sıva, ahşap, deri, taş gibi yüzeylerin üzerine kalemişi nakşetmişlerdir.

ÇİNİ: Türk-İslam sanatları içerisinde köklü bir geçmişe sahip olan çini sanatı, seramik parçalarının işlenmesi üzerine kuruludur. Killi topraktan elde edilen seramik parçalarına ince bir astar çekilir ve sanatkarlar tarafından çeşitli renk ve motiflerle süslenir. Ardından bu parçalar fırında pişirilir ve işlenmiş olan yüzeyi sırlanır. Çini sanatı büyük levhalara tek parça halinde uygulandığı gibi küçük parçaların teker teker işlenip sonra birleştirilmesi şeklinde de uygulanabilir. Duvar çinileri genellikle kare veya altıgen parçaların birleşiminden oluşur. Tabak, kase gibi ürünlerde ise çini sanatı tek parça halinde icra edilir.

KÜNDEKARİ: Kadim bir gelenek olan kündekari sanatı, geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının birbirine geçirilmesiyle ortaya büyük bir eserin koyulduğu sanattır. Parçaları tutturmak için çivi veya yapıştırıcı kullanılmaz. Böylece sanat eseri, yüzyıllar sonra bile paslanmaz veya bozulmaz. Isı ve nem değişimine bağlı genleşme nedeniyle oluşabilecek eğilmeler de önlenmiş olur. Genellikle, dayanıklı olup işlemesi kolay olan ceviz, meşe, şimşir, abanoz ve gül ağaçları tercih edilir.

SEDEFKARİ: Sedef; midye, istiridye, salyangoz gibi deniz canlılarının kabuklarında bulunan pırıltılı organik taştır. İnci ile aynı aileden geldiği için sedef taşına “incinin annesi” de denir. Sedefkari ise, ahşabın ince bir şekilde oyulmasının ardından içerisine sedef taşı yerleştirilerek ağaçla aynı düzeyde işlenmesi sanatıdır. Tokyo Camii’nde sedefkari ve kündekari sanatları bir arada kullanılmıştır.

REVZEN: Osmanlı cami süsleme sanatları içerisinde pencerelerin özel bir yeri vardır. Revzen, cami pencerelerine alçılar arasında renkli cam parçalarının yerleştirilmesiyle bir desen oluşturulması sanatıdır. Pencerenin iç ve dış tarafı ayrı ayrı ve özel olarak tasarlanır. Işığın yansımasına göre pencere ve camlar, büyük veya küçük, şeffaf veya renkli olarak seçilir.

TAŞ VE MERMER İŞÇİLİĞİ: Caminin ana yapı maddelerinden olan taş ve mermer, Osmanlı mimarisinde bir sanata dönüşür. Çeşitli oyma teknikleriyle taş ve mermerler, sanatkarlar elinde işlenir ve estetik bir görünüme kavuşur. Tokyo Camii’ndeki mihrap, minber gibi ana unsurların yanı sıra dış duvarlarındaki kuş evlerinde (kuş sarayı) bu sanatı görmek mümkündür. İslam’ın tüm canlılara yönelik sevgi ve merhamet üzere kurulu olduğunu gösteren kuş evleri, Osmanlı mimarisinin ve Türk-İslam sanatlarının zarif detayı olarak karşımızda durmaktadır.

EBRU: Ebru, “bulut” demektir. Türk-İslam sanatlarının en köklü geçmişe sahip sanatlarından birisi olan ebru sanatı adını, suyun üzerinde boyaların buluta benzeyen şekillerden oluşturmasından almıştır. Ebru sanatının ilk adımı, bir tekne içerisinde yer alan yoğunlaştırılmış suyun üzerine boyalarla çeşitli şekil ve desenlerin çizilmesidir. Farklı katmanlarla desen tamamlandıktan sonra suyun üzerine özel bir kağıt serilir. Böylece suyun üzerindeki boyalar kağıda geçer ve güzel bir resim oluşur. Ebru eserleri kitap sayfaları veya tablo olarak kullanılabilir.

TEZHİP: Tezhip, altın ile süsleme anlamına gelir. Tezhip sanatı, yazılı bir metnin sayfa kenarlarının çok ince ve zarif desenlerle süslenmesi ve diğer renklerin yanı sıra altın ile boyanması şeklinde yapılan bir sanattır. Tezhip, sadece çok önemli evraklara uygulandığı için tarih boyunca bu sanatın en güzel örneklerini Kur’an-ı Kerim sayfalarında görmek mümkündür. Özellikle Fatiha Suresi ile Bakara Suresi’nin ilk beş ayetinin yer aldığı sayfalarda tezhip sanatı özenle icra edilir. En güzel tezhip örneklerini hat tablolarının kenarlarında da görmek mümkündür.

HİLYE-İ ŞERİF: Hilye, Türk-İslam sanatlarının pek çoğunun bir arada kullanıldığı özel bir sanattır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in fiziksel özellikleri ve güzelliğinin anlatıldığı sanat eserlerine genel olarak hilye-i şerif adı verilir. Türk-İslam sanatlarında insan portreleri yer almadığı için hiçbir eserde peygamberimizin siluetine de rastlanmaz. Nitekim alemler sultanı efendimiz, dış görünüşün çok ötesinde kamil bir kişiliğe ve bu dünyayı aşan bir güzelliğe sahiptir. Bu nedenle bazı hilyelerde peygamberimize işaret etmek için onun Medine-i Münevvere’deki mübarek kabr-i şeriflerinin resmine yer verilir. Hilyeler, Peygamber Efendimize gösterilen sevgi ve saygının zarif çizgilerle donatılmış sanatsal ifadesidir.